Bundan birkaç hafta önce eşimle Nevşehir’deydik ve bir gün ATV turuna çıktık. Hayatımızda ilk defa deneyimleyeceğimiz bir deneyim. Pek bir şey bilmiyoruz hakkında. Öğreteceklerini ya da onların süreceklerini düşünüyoruz. Görevli geliyor ve birkaç şey gösterip beni takip edin diyor. Ben içten içe şaşkınım. Daha ayrıntılı öğretmeleri gerekmiyor mu? Tehlikeli değil mi?
Yola çıkıyoruz. Gideceğimiz yerlere gidip de geri dönüş yoluna geçtiğimizde eşlerimizle yer değiştirip biz kadınlar sürmeyi deniyoruz. Heyecanlanıyorum ve korkuyorum. Sürmeyi bilmediğim bir şey ve önümde toprak yollar var. Girinti çıkıntılar içinde düşeriz diye korkup direksiyonu eşime geri veriyorum. Görevli, en başta söylemesi gereken şeyi ancak o zaman söylüyor: Bununla devrilmezsiniz, devrilseniz de bir şey olmaz. Çocukken hepiniz düşmüşsünüzdür, onun gibi yani, bir şey olmuyor.
Fakat benim takıldığım nokta burası değil. İlle de sürmek zorunda değilim. Sürmüyorken daha çok zevk aldığımı fark edip bırakıyorum direksiyonu. Sonrasında görevli asıl takıldığım ve hala düşünüyor olduğum o cümleyi ekliyor: Siz motora hükmedin, motor size hükmetmesin.
Haklı. Çok haklı. Ben bunu yalnızca o an ATV özelinde düşünmüyorum. Haftalardır nesnelerle olan her irtibatımda aklıma geliyor bu cümle. Çünkü gözlemliyorum ki bazılarımız nesnelere hükmetmiyoruz, nesneler bize hükmediyor. Bu aslında tam da kişinin kendi hayatında nesne mi yoksa özne mi olduğu konusuna dayanıyor benim zihnimde. Tek bir cümleyle zihnimde canlananlar çok fazla ve çok anlamlı. Neden mi bahsediyorum, örneğin, otobüste giderken aman cüzdanım açıldı mı, telefonum yerinde mi, çantam kolumda mı, akbilim düşmüş mü diye her hareketini, her adımını kaygıyla yapanlardan bahsediyorum. Nasıl da bir tutsaklık ve baskı söz konusu. Rahat bir şekilde, kaygılanmadan bir yolculuk yapmak, iki adım ötedeki markete gitmek bile imkansız. Çünkü ya param düşerse? Ya kartım kaybolursa? Biri çalarsa? Ve daha neler neler, ne ihtimaller… Elbette bu yalnızca nesne-özne durumuna bağlı değil. Günümüzde hırsızlık gibi tehlike içeren birçok faktör olması da önemli rol oynuyor bu kaygılarda. Fakat bahsettiğim, her gün ve her anını bu derin tutsaklık içinde geçirmek. Sanki akbil kaybolursa bile dünya başına yıkılırmış gibi insanın. O noktada, akbilin kaybolması senaryosunda, akbili kaybolmuş olan, buna dair hiçbir şey yapamayacak olan, çaresi ve çözümü olmayan bir nesne oluveriyoruz birden. Oysa, kendi hayatımızın öznesi olduğunu bilmek ve buna yürekten inanmak, akbilimiz kaybolursa gidip gerekli işleri yapıp bu sorunu çözebilecek tüm gücümüz olduğunu bilmek demek. Yani aslında ya şu olursa diye düşündüğümüzde; olursa hallederim diyebilmek. Olursa baş edebilirim, olursa üstesinden gelebilirim…
Kişi kendi hayatında, direksiyonun ve yönetimin kendisinde olduğunu hissetmediğinde, tıpkı bir nesne gibi edilgen cümleler de kurar: Terk etti beni, aldatıldım, kandırıldım, dolandırıldım… Gibi. Ayrıldık demez mesela. İlişkimiz bitti demez. Aldattı, kandırdı, dolandırdı demez de, aldatıldım der. Cümleyi, kötülüğü yapan bir başkası üstünden değil, başına gelen nesne yani kendisi üstünden kurar. Oysa bu da insanın öznelliğini yok eder. Nesne haline getirir. Kişi hissettiği bu güçsüzlükle ya bana şunu derlerse, ya bana kızarlarsa gibi şeylerden de endişelenmeye başlar. Kendisi, bir başkasını kızdırmamak için çekinebilirken, karşıdakinin bir birey olduğunu algılıyorken ve saygı duymayı hak ediyorken; sanki kendisine saygı duyulmayacakmış gibi bir izlenime kapılır. Hatta saygı duymayı hak ettiğini, kendisinin de bir birey olduğunu ve başkalarının da onu kızdırmaya çekinmesi gerektiğini unutur. Bir anda herkese uyumlanmaya çalışan, herkesin işine yaramaya çalışan bir nesneye dönüşür. Aslında, çocuk pozisyonuna döner. Tüm güçlü hissedemeyen, yalnızca ebeveynleri tarafından yönetilmeyi bilen ve onlar kızmasın diye her şeyi yapan o çocuk olur birden.
Çocukluğumuzda yaşadığımız travmalar ve bu travmaların tetiklenmesi bizi tekrar o çocuk egomuza, çocuk güçsüzlüğümüze döndürür. Bu yüzden güçlü bir özne gibi değil, güçsüz ve insanlar tarafından her an hasara açık bir nesne gibi hissederiz. Çocukluğumuzu ve travmalarımızı terapiyle birlikte çözümlemeye başlamak, hayatımızın gücünü elimize almamızda bize oldukça yardımcı olacaktır.
Ceren Öztürk Tığlı
Yorumlar
Yorum Gönder