Geçenlerde sosyal medyada kalbimi delip geçen bir alıntı gördüm: “gözlerini parlatan şey için savaşmamak ne büyük korkaklık” Ben günlerce bu sözü düşünürken Gözde Attila haftalık yazısında kalbimizin en orta yerinde olan şeyler hakkında yazdı. Ben de bu yazımda hayaller hakkında yazsam mı diye düşünürken sanki hayat bana koca bir evet dedi.
Evet, şimdi gelelim asıl sorulara; gözlerimizi parlatan, kalbimizin en orta yerinde yer etmiş şeyler için savaşıyor muyuz cidden? Yoksa kimsenin olmadığı cephelerde, olmayan savaşların mücadelesini mi veriyoruz? Şimdi sorun kendinize, ne yapıyorum diye. Gözlerimi parlatan şeyler için ne yapıyorum? Daha doğrusu bir şey yapıyor muyum? Yoksa kapitalist dünyanın baskılayıp durduğu para, ün, mevki peşinde mi koşuyorum? Vermemem gereken bir savaşta kaygılarıma mı yeniliyorum yoksa? Ne kadar sahip çıkabiliyoruz ki kalbimizdekilere? Sahip çıkabiliyor muyuz ya da? Yoksa sürekli mutlu olmalısın diyen bir dünyanın sahteliğine kapılıp duygularımıza ve kalbimize sırtımızı mı dönüyoruz? Sorun bunları kendinize. Ben de kendime tüm hafta bu soruları sordum. Kalbimdekileri ne kadar sakladığımı, kendime, aynaya bakmaya ne kadar cesaretim olduğunu sordum.
Hep söylemişimdir, herkesin bir hayali var. Her insanın mutlaka yaparken yaşadığını hissettiği bir şey var. Herkesin gözlerini parlatan bir şey mutlaka var. Bu benim için, çocukluğumdan beri, yazmak. İş ve para kazanma, günü geçirme koşuşturmasında buna ne kadar vakit ayırdığımı sorarsanız; kelimelerle temasım oldukça azaldı. Sonra fark ettim ki sanat da beni oldukça heyecanlandırıyor ve gözlerimi parlatıyor. Buna dair yaptığım tek şey evde kendimce dans etmek ve şarkı söylemek. Bazen de piyano ve keman çaldığımı hayal etmek. Yıllardır hayalini kurduğum, her gün duasını ettiğim kitabımı çıkarmaya dair ise hiçbir eylemim yok. Oluşturduğum dosya kenarda öylece bekliyor. Hatta bu yazı bile bir haftadır zihnimde dolanıp duruyor. Sanki yazdıklarım kendi kendine beğenilecekmiş gibi öylece bir bekleme hali. Çünkü insan yapması “gerekenlere” ne kadar da odaklı. Kalbini kucaklamak, kendini keşfetmek, risk almak, cesaret etmek yerine güvenli limanda kalmaya ne kadar da istekli. Fakat yeni yerler ve yeni çiçekler limandan ayrılmadan keşfedilmiyor.
Uzun zamandır izlediğim dizi ve filmlerde karakterlerin aklına eseni, riskli de olsa yapmaları hayran olduğum bir şey. Her böyle bir sahne gördüğümde içimde kutlamalar yapıyor, bir şeyi ilk defa gören bir çocuk gibi hayranlık ve merakla bakıyorum ekrana. Bence insanın kendisini kabul etmesi, Gözde Attila’nın deyimiyle “özgün yanını kucaklaması” dünyanın en müthiş şeyi. Bunu yapamaması ise elbette bir suç değil, yalnızca kaygı. Fakat insan cesaret edip de kendine bakabildiğinde, gerçekten ne’den korktuğuyla yüzleştiğinde bulabileceği zenginlikle dünyadaki ölçüm aletleriyle ölçülebilecek şeyler değiller. Bu yüzden bugün kendine bir adım atmak ve sahiden aynaya bakmak, kendini toplumun gözünden değil de kendi gözünden izlemek yapılacak en güzel şey.
Bu yüzden, bugün bir adım atın kendinize.
Ceren Öztürk Tığlı
Yorumlar
Yorum Gönder